27 Temmuz 2010 Salı

sufjan.

bu yazdığımın bir nedeni yok,sadece sufjan stevens'ın "to be alone with me" sini dinleyin.sözlerini de ekleyeyim de güzelliği görün.

i'd swim across lake michigan

i'd sell my shoes
i'd give my body to be back again
in the rest of the room

to be alone with you
to be alone with you
to be alone with you
to be alone with you

you gave your body to the lonely
they took your clothes
you gave up a wife and a family
you gave your goals

to be alone with me
to be alone with me
to be alone with me
you went up on a tree

to be alone with me you went up on the tree
i'll never know the man who loved me

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Shyamalan,insafsızsın.

Bu haftasonu itibari ile izlediğim "Son Hava Bükücü" ile ilgili izlenimlerimi yazmayı bir kamu hizmetinden saydığım için hararetli başlıyorum dostlarım.Cumartesi günü seriyi seven arkadaşlarımla birlikte epey hevesli gittik Kanyon Cinebonus'a.Çizgi dizinin 3 sezonunun da her bölümünü defalarca izlemiş bir insan olarak,Shyamalan'ın yönetmenlik anlayışında bu uyarlama ne kadar başarılı olur diye düşünüyordum ama sinemadan çıkınca anladım ki,başarı Shyamalan için yıllardır görmediği eski bir dost kadar uzak artık.Muhteşem bir anime,kendini bilmez bir adamın elinde heba olmuş.Mantık hataları sayılacak gibi değil,ırkçılık suçlamalarına ise ben kendi şahsıma katılıyorum.Çizgi dizide 4 farklı ulus halinde yaşayan insanları Shyamalan'ın "perspektif" anlayışında şöyle betimlenmiş;hava ulusu karma bir oluşum,toprak ulusu tipik asyalı,su ulusu doğu avrupa gibi ve bence en komiği de ateş ulusu,Shyamalan'ın perspektifinde gelişen bir Bollywood filmi cast ekibi ateş ulusu rollerinin hepsini parsellemiş.Amacım Bollywood sinemasına hakaret etmek değil tabii,ayrıca filmde Prens Zuko'yu canlandıran Dev Patel'in ve diğer oyuncuların iyi iş çıkardığını düşünüyorum ama,çizgi diziyi izleyenlerin hepsi ortada bir terslik olduğunu anlamışlardır muhtemelen.Koreografiler basit,hele ki filmde toprak bükücülerin bir toplu dövüş hareketleri vardı ki salondaki herkes koptu.Ve tercüme rezaletleri tabii ki.3 senedir Aang karakterini "eng" diye seslendirdiler animede.Neden birden Aang'i "ang" diye okumaya başladıklarını ayrıca merak ettim filmi izlerken.
Filmin başrol oyuncularına gelirsek,aslında cast göründüğü kadar kötü değil,hatta filmde iyi iş çıkarıyorlar.Aang karakterini canlandıran Noah Ringer,filmde çok sırıtmamış,sınırlı aksiyon sahnelerinde ise kara kuşak aikido sporcusu olmasından kaynaklı bir rahatlığı var,kendini çok kasmadan oynamış.Katara'yı canlandıran hanım kızımızı her Aang dediğinde dövesim geldi,ama çizgi dizideki haline benziyor.Ama Sokka'yı canlandıran Jackson Rathbone çok ayrı bir alem.Bir kere rolü için biraz büyük duruyor,ve senaryonun manevra yoksunluğu yüzünden animede müthiş eğlenceli bir karakter olan Sokka,Rathbone'un çehresinde bir Jack Bauer ciddiliği kazanmış.İkinci film çekilirse kesinlikle karakterinin daha incelikli işlenmesi gerekecek.Dev Patel'in canlandırdığı Prens Zuko karakterinde ise gözler uzun saçları ve atkuyruğunu arıyor,onun dışında Kuzey Kutup Krallığı'nın prensesi Yue'yi canlandıran kızımız ile birlikte rolüne en çok oturan ikinci oyuncu bence.
Bir de element bükme hareketlerine değinip yazıyı bitireceğim,evet fazla uzun oldu ama doldum yani.Dizide bükücüler hızlı hareketlerle elementleri büküp savaşa devam ederlerken filmde bükücüler adeta dansediyor.Su bükücüler saldırırken uykumuz geldi.Normalde Su bükücüler tai chi,toprak bükücüler hung gar tarzı kung fu,ateş bükücüler kuzey şaolin tarzı kung fu ve hava bükücüler de ba gua stiline mensup hareketleri kullanıyorlar ve çok hızlılar ama filmde yaylana yaylana bir hal oluyorlar.Hiç etkileyici değil.
Aang'in uçan bizonu Appa görsel efektlerin hakkını verir bir görüntü çizdi,mommo ile ikisi seyirciyi tatmin etmiştir diyorum.Koca filmde yerine tam oturan iki şey Appa ve Mommo herhalde.Aang'in ruhlar alemine geçişinde karşılaştığı ejderha falan,bir of çektirip karşıki dağları sallıyor.Berbattı.
Son olarak Shyamalan'ın Altıncı His ile parlak başlayan kariyerinde geldiği noktayı görüp üzülüyorum.Kendisini bitirdi,ama umarım Avatar:The Last Airbender efsanesini de yanında götürmez.İkinci ve üçüncü film için hala umutlarım mevcut.

20 Temmuz 2010 Salı

team edward team jacob'a karşı:vampirler hiç olmadıkları kadar popüler

Bu platformda henüz çok fazla takipçim yok sanırım ama,yine de hazır meydan boşken atıp tutayım tribine girmek istemiyorum.Ben de son zamanlarda iyice popülerleşen vampir edebiyatından nasibimi "Alacakaranlık" serisini okuyarak almış bulunmaktayım.Evet,kitabın yazarı Stephenie Meyer belki bir klasik roman kadar oturmuş bir dille çok daha normal bir ilişkiyi betimleyebilirdi ama günümüz şartlarında yetişen genç kesim buna rağbet göstermeyecekti.O da daha önce hiç denenmemiş bir yöntem denedi,güneş ışığında pırıl pırıl parlayan,insan kanı içmeyen bir aileye mensup ve hepsinden önemlisi;dikkat çekmeyen,dümdüz,sakar bir kıza yani Amerikan filmlerindeki tabiriyle bir "Loser" a aşık bir vampir! Bu son söylediğim belki dünyanın her yerinde 13-17 yaşları arasında kendinden nefret etme çağına giren genç kızları uyandırdı ve hepsinin erkek cinsinden olan bütün beklentilerini birkaç kat daha yukarı çekerek,genç ergen erkeklerimizi buhranlara sürükledi.Bunda kitabın sinemaya uyarlanmasının ve başrol oyuncularından Edward Cullen rolündeki Robert Pattinson'ın gerçek anlamda karakterine cuk oturmasının da büyük payı var elbette.Başarılı bir casting politikası güden yapımcılar,1986-1992 doğumlu genç yeteneklerden adeta bir rüya takımı kurarak her yaştan gence hitap eden yapımları gösterime soktular.Yani Edward'ı beğenmediniz mi,alın size Jacob!
Jacob karakterini canlandıran Taylor Lautner'ın da seride ağırlık kazanan rolü haliyle kendisine hiç beklemediği bir ün ve "team-jacob" ı çılgın bir fanatizmle savunan bir hayran kitlesi getirdi.Serinin 4 kitabından 3ü sinemaya uyarlandı ve şu anda başrol oyuncularının hepsi,Avrupa'da bağımsız filmlerle kariyerlerinin ne denli başarılı ilerlediğini çoktan ispatlamış olan orta yaşlı profesyonellerden daha popülerler.Yapımcı şirketin filmlerden,dvd'lerden,posterlerden ve diğer yan ürünlerden ne kadar kazandığını söylemeye lüzum bile yok.Alacakaranlık,uyarlama konusunda gerçekten çok tutarsız olan Amerikan sinemasına bir hayat öpücüğü gibi resmen.
Filmler hakkında olmasa da kitaplar hakkında olumlu düşündüğümü söylemek isterim.Çok kitap okuyorum ve bunları her türden seçmeye gayret ediyorum.Fakat özellikle son zamanlarda 13-18 yaş arası kesimde bu kitaba çok rastladım.Toplu taşıma araçlarında,evlerde,internet ortamlarında bile kitapların hepsini okuyup çok beğendiklerini ifade eden birçok genç insan görmek beni mutlu etti,çünkü ülkece kitap okuma konusunda istatistiklerimiz malum.Eğer Alacakaranlık ve türevleri bu döngüyü biraz olsun kırabildiyse,ucundan kıyısından edebiyat dünyasına dahil olan her insan bizim için bir kazanç demektir.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

yes mi no mu?! referandum'a giriş derslerine hoşgeldiniz.

Efendim son günlerde uyguladığım haber izlememe politikası beni bir yere kadar götürdü,etrafımdaki insanlar referandum diye söylenirken kayıtsız kalamadım.Stratejileriyle içimizi çıkaran güzide politikacılarımız şimdi de ülkenin belirli yerlerinde "Evet" ya da "Hayır" propagandaları başlatmışlar.Bunların hepsi yaklaşan referandumda halkın oyunu çekmek için.Peki kaç gündür kafamda dönüp dolanan ama hiçbir platformdan düzgün bir cevabını alamadığım asıl soruya geleyim ben;biz hangi yasa tasarısının geçmesi için referandumda oy kullanacağız?Yani neye oy veriyoruz ve bunu ülkenin yüzde kaçı tam olarak biliyor?
Bu yasa değişikliğinin asıl amacı darbe anayasasının hükmünü kırmak ve 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştiren askeri kadronun yargılanmasının yolunu açmakmış,Evet propagandası yapan kesimin halkı zayıf noktasından yakalamak için belirlediği motto bu.
Hayır diyen kesimin ise savunduğu nokta bu anayasa değişikliğinin gözboyama kampanyasından başka birşey olmadığı,askere yargı yolunun açılması dışında diğer bütün anayasal değişikliklerin samimiyetsiz olduğu yönünde.
Şahsen,bu yazıyı yazmadan önce referanduma gidecek olan paketin maddeleri neler acaba diye sıradan arama motorlarında küçük bir araştırma yaptım.Artık 12 Eylül günü sağ olur da oy kullanırsam,neye oy vereceğimi biliyorum.
Buradan kimseye bu değişikliğe evet ya da hayır demelisiniz diye bir dayatma politikası güdemem.Fakat söyleyebileceğim tek şey,bir araştırın.Neyi oylayacağınızı bilin ve sağlıklı bir çıkarsama yapın.Çünkü uzun zamandan beri ilk defa milletçe kendi yolumuzu çizmeye bu kadar yakınız.Nerden geldiğimizi unutmadan,bu ülkede bu kimlikle yaşamamız için yapılan fedakarlıkları gözardı etmeden vereceğimiz karar,bizi biçimlendirecektir.

15 Temmuz 2010 Perşembe

bence vogue...

Mart ayında Türkiye dergi endüstrisine çook havalı bir giriş yaptı efsanevi yayın "Vogue". Sarışın bir modelin omuz üstünden hafif tebessüm ettiği mart sayısı kapağını görmediğim yer kalmadı.Gittiğim her mekanda en az bir kadının elinde vardı,ofiste çalışma arkadaşlarımın masalarında vardı,okul arkadaşlarımın çantalarında vardı.Ansiklopediyle yarışan ağırlığı,bitmek bilmeyen reklam sayfaları,Hüseyin Çağlayan'ın "bince vög" diyerek şirin aksanını konuşturduğu sayısız cümleden oluşan ve akıllara kazınan reklamıyla Vogue,Türkiye'de bazı kadınların sadece doktor muayeneleri için beklerken dergi okudukları yanılgısını çiğnedi geçti.Derginin internet sitesi de oldukça faal.Kişilerin site veritabanında beğendiği ürünleri "lookbook" larına eklemelerine,site içindeki defile görüntülerini izlemelerine olanak tanıyorlar ve siteye ücretsiz üyelik imkanı veriyorlar.Ayrıca çok farklı bir uygulamaları da mevcut.Adı,"Bugün ne giydim?" Dergi,her ay farklı bir ünlü kişiyi o ay boyunca her gün görüntülüyor ve gün gün oluşturdukları kombinleri hangi markadan seçtiklerini site takipçilerine bildirmelerini istiyor.Bugüne kadar Burcu Esmersoy,Deniz Marşan ve bu ayın ünlüsü Tülin Şahin ile çalıştılar ve hepsinin de giydikleri bence kendilerini yansıtıyor.Hepsi içinde benim favorim Burcu Esmersoy,ama Deniz Marşan'ın 8 Haziran'da giydiği Givenchy ayakkabılara da ben bayıldım.Bir inceleyin derim.

ilgilenenler için http://www.voguemag.com.tr/

14 Temmuz 2010 Çarşamba

bizi de seslendir Tuncel Kurtiz!

İşti kurstu okuldu finallerdi derken BBC'nin yapımı olan ve çok sevgili NTV'mizin yeşil ekran aracılığıyla yayınladığı "Hayat" belgeselini izlemeye fırsat bulamadım.Fakat geçen gün bir tekrarını yakaladım ve tek söyleyebileceğim şey,Tuncel Kurtiz bizim diplomatlara falan da dublaj yapsa,dünya siyaset arenasını yıkmış geçmiştik.AB'ye girmiş,askerlerimizi Afganistan'dan çekmiş,Vlademir Putin ile sibirya steplerinde mekik falan çekmiştik.Adam hamsi sürüsü geçerken arkadan bir konuşuyor ki sanırsınız binlerce avrupalı asker Normandiya Çıkartması'nın temsili gösterisini falan yapıyor.Hamsi sürüsü diyorum arkadaşım! Böyle "ama arkadan gelen hain düşman,balıklara gözünü dikiyor." diyor ama arkadan gelen düşmandan siz korkuyorsunuz yani,öyle bir ses.Gelen de fok balığı,deniz aslanı falan yani bizim çocuklarımızı eğlendiren boncuk gözlü,sevimli diye tabir ettiğimiz hayvanlar.Ekosistem döngüsü Kurtiz'in elinde Kurtlar Vadisi'ne çalıyor.
Ama siz fırsat bulursanız mutlaka Hayat'ı izleyin çünkü gerçekten muhteşem çekmiş adamlar.Kitabını da gördüm,fakat 69tl'lik fiyatıyla alıcıları hayli zorlayacak gibi,en azından ben bir yuh dedim yani.Fakat ilgilenen olursa Remzi Kitabevi'nde satışı yapıldığını biliyorum.Çok manidar bir hareket yaparak Umut Sarıkaya'nın kaleminden Hayat'ı da sizlerle paylaşıyorum,bana ilham veren odur.

13 Temmuz 2010 Salı

pamuk eller nereye?!

selamlar,ne zamandır gitmek istediğim bülent ortaçgil'in 40. sanat yılı konserine süper bir arkadaşımın bileti çot diye alıvermesi sayesinde gidiyorum! ama massive attack kaldı,bu akşam şanslı bünyeleri kendilerine hayran bırakacaklar.fakat the cranberries için çok geç değil sanırım,gitmeyi planlayanlar var mı? beni de alın nolur,insanlık namınaa! bu arada,biletler 85 tl,ve http://www.biletix.com/ dan temin edebilirsiniz.bana haber verin,sonra herkes süper konserdi bilmemneydi derken bön bön bakmak istemiyorum.

sıkıntıyı kovun

Merhabalar! güzel bir salı sabahından canlı bildiriyorum size.Yani aslında size güzel,çünkü ben ofiste bulduğum 10 dakikalık boş vaktimde yazıyorum bunu,yoksa meşgul ve yoğun bir kızım ben.Bazılarınız henüz uyanmadı bile,uyanınca benim için sıkı bir kahvaltı yapar mısınız,içim çıktı burda sandviç kemirmekten.
Az önce kontrol ettiğim hava durumuna göre bugün hava sıcak ve dışarı çıkmaya olanak tanıyor,o yüzden içeri tıkılıp bulduğunuz bütün gündüz kuşağı programlarını izlemeyin.O pijamayı da siz gece uyurken rahat olun diye icat ettiler,öğlen 3e kadar üstünüzde piç edin diye değil.Her şey için Berna Laçin adlı programlar da,yazlıkta denizde çocuk kovalarken ıstakoza dönen ev hanımlarını oyalasın diye çekiliyor,sizinle bir alakası yok.Ama yanlış da anlaşılmasın,ev hanımları candır.Sonuç olarak,dışarı çıkın.Ofiste falansanız bir zahmet hürriyet'teki ünlü isimlerin gelinlikleri/adriana lima fotoğrafları vs. sekmelerinden çıkın da çalışın.Masanın altında gizlice çıkardığınız ayakkabıları da giyin.
Beni sorarsanız,size ne.
Ben önemli birşey yaparsam haber veririm,fotoğraflar size yollarım falan,keep in touch mode:on oluruz meraklanmayın.
Görüşürüz,dünya küçük sonuçta.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

yoğun istek üzerine.. merhabalar.

Merhabalar!
Sıcak bir temmuz gecesinden canlı bildiriyorum size.Bu blog işi,yoğun istek üzerine gelen bir durum aslnda.Malumunuz facebook,twitter vs. gibi modern çağın fenomenleri kişisel iletilerinizi belli bir karakter sayısıyla sınırlıyor,tabi-i caizse laflar boğazımıza tıkılıyor.Kısaltıyorum,kesiyorum bu sefer de anlam yoksunu bir paragraf oluyor.Bu saçmalıklara bir dur deyip blog oluşturmak benim medeni cesaretimi iyi sınadı aslında.ya beğenilmezse,ya okunmazsa yazdıklarım? aman dedim sonra,zaten ortaokuldaki hatıra defterlerine,lise yıllıklarına veya anket defterlerine yazdıklarını da doğru düzgün okumamıştı kimse.blog isminin arı kovanı olmasının nedeni ise tamamen bala ve bal rengine duyduğum derin sevgidendir,hayır saçımın bal rengi falan olmasından değil ov yooov dostum! (kendimi de övmeye hemen başlarım öyle de kalırsınız)
neyse.sıkıldıkça yazarım,gördüğüm,gezdiğim,yediğim içtiğim her şeyi beni artık kim takip ederse onlarla paylaşırım.yani bence pişman olmazsınız,ben it bacağı yutmuş gibi gezen bir tip olarak sizi de çanta gibi gezdirebilirim.benimle kalın,her sabah bir kaşık balı polenle yemeyi unutmayın.iyi geceler!