26 Kasım 2012 Pazartesi

La Petite Veste Noir.


Merhaba! Kasım ayı boyunca beni buhranlara sürükleyen dersler, sunumlar ve ödevler deryasından bu Cuma günü kurtulmuş olmanın verdiği mutlulukla size tekrar yazıyorum. Aslında daha önce de yazabilirdim bu postu ama aceleye getirmek istemedim. Çünkü görmeyi çok istediğim sergilerden biriydi ve size de sakin kafayla aktarmak istedim izlenimlerimi. 
Benim sergiye gitmemde ise sevgili arkadaşım Ceren'in payı çok büyük aslında :) Anlatayım, yine güneşsiz soğuk bir Paris gününde sunum hazırlamaya çalışırken Twitter'dan bir mesaj geldi. Ceren'in Paris'e geleceğini biliyordum ve görüşecektik elbette ki, ama serginin şehirde olduğunu haber alınca buluşmamızın bir konsepti oldu:) Sergi ücretsizdi ama bizde zaten davetiyeler de vardı, Ceren Chanel mağazasına yaptığı ziyarette bizim için 2 davetiye edinmişti. 
La Petite Veste Noir yani The Little Black Jacket, yani "Küçük Siyah Ceket" :) Karl Lagerfeld ve Carine Roitfeld ikilisinin ortak projelerinden. Kreatif direktörü olduğu Chanel'in ünlü ikonik siyah tüvit ceketini ilham verici bulduğu herkesin üzerinde farklı bir şekilde kombinleyerek fotoğraflayan Lagerfeld, dünyanın dört bir yanında açtığı sergilerle de bunu tüm sanat severlerle paylaşıyor. Sergi şu an Berlin'de, 1 Aralık itibariyle de Seul'de finalini yapacak. 2013'de bir gösterim programı olur mu bilmiyorum. Küçük siyah ceketi giyen ünlülerin arasında Charlotte Gainsbourg, Jane Birkin, Kristen Dunst, Dakota Fanning, Ricardo Tisci, Sarah Jessica Parker ve Anna Vintour gibi ilham verici ünlüler mevcut. Bizim dikkatimizi çeken erkeklerin de ceketi gayet güzel bir şekilde taşıyabilmesi oldu, sanırım üretilen parçanın zamansızlığıyla ve işçiliğin çok çok kalburüstü oluşuyla açıklanabilir bu durum. Öyle bir ceket ki ters giydiriyorsunuz, düz giydiriyorsunuz, bele bağlıyorsunuz, arkadan düğmeliyorsunuz ve o hep muhteşem görünüyor. Çok ilginç, çok da güzel. Lüks tüketicilerinin dolabında bulunması gereken bir parça, kesinlikle. Benim de dolabımda bulunsa tadından yenmezdi tabii :) 
Sergi Grand Palais'de organize edilmiş, Paris'in ünlü 8. Bölgesinde yer alan ve birçok sergiye aynı anda ev sahipliği yapabilen bir yer. İçerisinde çok güzel bir restoran/çay salonu barındırıyor. Sergi için olmasa bile o çay salonu için bir kere gidin derim, çok sevdim! Bir dahaki seferimde yemeklerini de tadacağım, kendime sözüm var.
Sizi gevezeliklerimle daha fazla bunaltmadan aşağıdaki fotoğraflarla başbaşa bırakmak isterdim ama heyhat, dilim de elim de geveze, hazır bu kadar hevesli iken herşeyi yazmak istedim :) IPhone kamerası ile ancak bu kadar çekebildim, yine de pek fena olmadı gibi. Umarım siz de beğenirsiniz. Sevgiler!
PS: Serginin resmi websitesi için, ışınlanın. 

























9 Kasım 2012 Cuma

I'll never forget you



Selamlar. Haftayı bitirirken elimde kahvemle acaba ne yazsam diye düşünüyorken, arka fonda çalan şarkı değişti ve playlist önüme Birdy'i çıkardı. Sizin için nasıl geçti bilmiyorum, ama bu hafta benim üzerime basıp geçti resmen, çok yorgunum. Demir gibi bir Paris akşamında, sıcak evimde elimde kitabımla haftasonunu beklerken, bunu da sizinle paylaşmak istedim. Ninni gibi, melankolik, manidar bir şarkı. Umarım siz de seversiniz, ve güzel bir iki gün geçirirsiniz. Ben kitabıma dönüyorum, hepinizi tek tek öpüyorum. Bonne nuit! :*

4 Kasım 2012 Pazar

Joyeux Anniversaire.


Tekrar merhaba!
11 derece ile iç soğutan bir Paris haftasonundan bildiriyorum. Her ne kadar soğuk ve kasvetli olursa olsun, bazen şehrin güzel anları, gülümseten detayları olabiliyor, mesela bugünkü hava. Rüzgarlı da olsa açık bir göğün altında 1 saat kadar koştum, beni nasıl açtı anlatamam. İhya oldum! Tavsiye ederim. 
Sizin de bildiğiniz üzere -çünkü twitter'dan sürekli ilan ettim- Kasım benim doğumgünü ayım. 16 Kasım'da doğdum, sıkı da bir akrep burcuyum. Eh en sevdiğim ay kapıya gelip dayandığına göre, bunu kutlamalıydım değil mi? Kendime en güzel hediyeyi bulmak çok da zor olmadı:)


Geçtiğimiz hafta kuzenim buradaydı, beni ziyarete gelmişti. Hazır gelmişken biraz alışveriş yapmaya karar verdik ve 9. Bölgedeki ünlü Galleries LaFayette'te aldık soluğu. Kenzo'ya da bayıldığım montlarına bakmak için şöyle bir uğramıştık ki, bu güzellikleri gördük! Kuzenim sarı siyah modelini hemen satın aldı, ben ise kasımı bekledim ve bu siyah-beyaz güzelliği dün koleksiyonuma ekledim. Vans,Superga ve Keds gibi sade, her kombin altına rahat kullanılan ayakkabıları seviyorum ve bu siyah-beyaz model bence bana bir hayli eşlik edecek. Henüz giymedim ama, onları bir gezintiye çıkarmak için sabırsızlanıyorum. 
Bu arada kendime aldığım diğer doğumgünü hediyemi görmek isterseniz, instagram hesabımı ziyaret etmeniz yeterli. Müzik dinlemeyi çok seven bir insan olarak, onunla ilintili bir hediye aldım, çok da memnunum. Instagram kullanıcı adım ibegum, yok ben kullanmıyorum derseniz twitter'dan da paylaşmış bulundum kendisini. 
Kenso'nun Vans ile olan işbirliğinin diğer meyvelerini görmek içinse, sizi buraya ışınlayalım. Umarım ayakkabıları beğenmişsinizdir, ben kendilerine bakmaya doyamadım. Umarım göründükleri kadar rahatlardır da! Hepinize iyi pazarlar, sevgiler. :)


3 Kasım 2012 Cumartesi

Merhaba.


Vay. Uzun zaman oldu. 
İtiraf etmeliyim ki, tekrar yazmak istediğimden pek emin değildim. Çoğu zaman çeşitli blogları gezerek, fotoğraflar çekerek ilham almaya çalıştım, ama artık her şey o kadar tipik ki. İçimden gelmedi. Bunların hepsi ben Türkiye'deyken oldu pek tabii. 
Evet, sizinle konuşmayalı çok şey değişti. Bir kere hikayeme artık Fransa'da, Paris'te devam ediyorum.
Tamamladığım İktisat eğitiminin arkasından "ya şimdi ne yapacağım?" diye düşündüğüm bir 6 ay beni buralara sürükledi. Radikal bir karar aldım, sevdiğim işi yapmaya karar verdim. Modayı, trendleri takip etmeyi, ilgi çekici fikirleri, vakit harcanarak tasarlanmış her parçayı, sanatı, bir tablonun karşısında 40 dakika durup düşünmeyi, o tablonun esintilerini bir elbisenin eteklerinde görmeyi seviyorum. Kalktım Paris'e geldim o yüzden. Lüks ve Marka Yönetimi Master'ı yapıyorum. Sevdiğim herkesi İstanbul'da bırakmak zor oldu, fakat burada da mutluyum. Kendimle başbaşa, istediklerimi yapmak için hayatımda ilk kez bu kadar boş vaktim olduğunun farkına varıyorum hayretle, her gün. 
Ve tekrar yazmaya başladığımın haberini vermekten de mutluluk duyuyorum tabii. Şehrin kendisi bir ilham kaynağı olduğu, benimle sürekli fısır fısır konuştuğu için artık burada da mızıkçılık yaparsam çok ayıp olur diye düşündüm. Sevdiğim şeyleri, okulda öğrendiklerimi, dinlediklerimi, gördüklerimi paylaşmaya devam. Biliyorum çok tembellik ettim, ama yine de beni okur musunuz ki? Görelim. 
Şimdilik bu kadar. Eiffel'i de ben çektim. Güneş gözümü aldığından pek odaklanamadım diye hayıflanmıştım ama, bence gayet de kuyruğu dik bir fotoğraf olmuş. Ne dersiniz?
Sevgiler.

PS: Blog başlığım değişti, tadından yenmez oldu. Onun için de Mustafa Soydan'a teşekkürlerimi ileteyim. Türkiye'nin gördüğü en iyi sanatçılardan, beni kırmayıp vaktini ayırdı, bu güzelliği blogumun tepesine kondurmam onun sayesindedir. Sitede akıllara zarar işleri var, mutlaka inceleyin bence.