22 Eylül 2010 Çarşamba

who needs a wampire in a Volvo when there's Chuck Bass in a limo?

Efendim daha önceki yazılarımdan birinde,dünya gençliğinin yeni fenomeni olan "Alacakaranlık" serisinden bahsetmiştim.Serinin son filminin 2 parça halinde vizyona gireceği söylentilerinin kucağında da olsa bu çılgınlık hala dünya arenasında ses getiriyor.Fakat dünya gençliğinin bir fenomeni daha var ki bu da bahsedilmeye değer bir yapım.Alacakaranlık gibi mistik bir hikayeden ziyade,daha bir sosyetik,daha bir avangard:Gossip Girl.
Bu fikri dün akşam Twitter'da rastladığım bir tweet'den aldım.Post'umun başlığı oradan.Ben de ilhamı alıverdim hemen:) Fikir için https://twitter.com/gokcecann 'a çok teşekkürler ayrıca.
Gossip girl yayın hayatını tam 4 yıldır sürdürürken,gençlik dizilerinin klasik saf,yalan dolansızlık ve masumiyet üzerine kurulu senaryolarının hepsini yerlebir ederek bir anlamda ailelerin çocukları hakkındaki "benim oğlum/kızım yanlış birşey yapmaz" tabularını da salladı.Büyük konuşan kesimin lafını ağzına tıkarak durup düşünmelerini,içten içe şüphelenmelerine neden oldu.Fakat bu yolda reytingleri de altüst ederek Amerikan televizyon/film endüstrisine sağlam yeni üyeler kazandırdı.Dizinin başroldeki bütün oyuncuları bağımsız olarak filmlerde boy gösteriyor,hatta albüm çıkarıyorlar.Ve dizinin sadık hayran kitlesi tarafından da hararetle destekleniyorlar.
Peki bu diziyi diğerlerinden ayıran ne? Bir kere çoğu gençlik dizisinin geçtiği ücra,kenar köşe kasabalardaki küçük hayatların hikayesi değil bu sefer anlatılan.Bu hikaye New York,Amerika'nın en kalburüstü muhitinde,Upper East Side'da geçiyor.Ana karakterler de çok varlıklı ve ünlü ailelerin,aşırıya kaçmakta uzman olan çocukları.Hikaye ana karakter olan Serena Van Der Woodsen'ın kaldığı yatılı okuldan New York'a dönmesiyle başlıyor.Yokluğunda okulun idaresini eline almış olan çocukluk arkadaşı Blair,bu ziyaretten hiç hoşnut olmuyor.Zaten bunun bir ziyaret olmadığı,Serena'nın temelli dönüş yaptığı ortaya çıktığında eski defterler de açılıyor ve işler karışıyor.Bütün bu entrikalardan bizi haberdar eden ise,Upper East Side'ın kadrolu magazincisi Gossip girl oluyor.Bu eksende dönen dizi 4 sezondur yeni karakterler ve hareketli bir senaryoyla reytingleri sallamayı sürdürüyor.
Senaryosu zaten yeterince karmaşık olan dizi,yapımcı ekibin kıyafet ve mekan seçimleriyle de ne kadar sıradışı olduğunu ispatlar nitelikte.New York'un konsept barları,ünlü markaların mağaza içleri,5 yıldızlı otel odaları (ev olarak kullanılıyorlar) ve oyuncuların giydiği tasarım kıyafetler..Bir tanesi ayağında bir çift Christian Louboutin ile arz-ı endam ederken,bir diğeri Chanel 2.55'ini koluna takmış sokaklarda salınabiliyor.İşin garibi bunu yapanların yaş ortalamasının dizide 17 ve civarı olması.Onların dünyasında çok şey erkenden yaşanıp tüketiliyor.
Dizi Amerika'da 4. sezonuna girdi,bizde ise 3.sezonunu bitirmiş durumda.Hazır kıta 4. sezonu bekliyoruz yani:) Bu sefer mekan değişiyor,sezon başları Paris'te yaşanıyor.Blair ve Serena'yı Paris'te alışveriş çılgınlığının ortasında karşılayacağız yani:) Beklemedeyiz..
Benim kafama takılan ve endişelendiğim bir konu var.Olanca güzelliğine karşın dizideki karakterler,garip bir kesimi temsil ediyor.Çılgınca para harcar ve entrikalar içerisinde yüzerken etraflarında yaşanan güncel olaylardan habersiz olmaları bence senaryonun eksiklerinden biri.Filmler ve konuştukları ikinci yabancı diller dışında entellektüel birikimleri olduğunu gösteren hiçbir işaret yok senaryoda.Attıkları adımın örnek alındığı düşünülürse Gossip Girl hayranlarının da böyle bir hataya düşme riski mevcut.Özellikle ergenlik çağlarını yaşayanların kof bir özgüvenle çantalar dirsekte wayfarer'lar başüstünde gezinmeleri büyük tehlike.Ama yapımcıların da buna bir çare bulacağını ummuyor değilim,en nihayetinde bir 4 sezon daha entrikalarla geçmez bence.

2 yorum:

  1. yazının başlığına vuruldum.. süper süper :)))

    YanıtlaSil
  2. :) sağol biraz geç gördüm ben de ama,ben de başlıktan ilham alarak yazmıştım zaten post'u(:

    YanıtlaSil

atış serbest!