Selam sana,edebiyat dünyası ile sinema endüstrisinin ortak olamayan paydası! Sanat dünyasının en ateşli tartışmalarına ev sahipliği yapan bir konu başlığı seçtim dostlarım.Ama tesadüf değil,çünkü bir hafta önce okuyup bitirdiğim Eat,Pray,Love (Ye,Dua et,Sev) adlı kitap aynı hafta cuma günü film olarak vizyona girince ben de ikilemin tam ortasına düştüm.Filmi izlesem mi,izlemesem mi?
Bu ikileme düşen ilk insan değilim,muhtemelen son da olmayacağım.Ama itiraf etmek gerekir ki kitabını okuduğunuz bir eser filme alındığında onu gidip izlemek,iki uçlu bir durum yaratıyor.Birincisi "adam yapmış!" deyip hayran kalıyorsunuz,ikincisi de yönetmene de o kitabın uyarlanmasına izin veren yazara da lanet edip salonu terk ediyorsunuz.Ben izlediğim edebiyat uyarlamalarının çoğunu beğendim,ama hiç sevmediklerim de oldu elbet.
Edebiyat uyarlamaları film endüstrisi içerisindeki en riskli kumarlardan biri ve bunu genellikle Hollywood oynuyor.2000'li yıllarla birlikte orjinallikten yoksun senaryoların piyasayı domine edip gişe gelirlerini alaşağı etmesiyle yapımcılar özgünlüğün ve yeteneğin sınırının olmadığı edebiyat dünyasını hedef belirlediler ve tabir-i caizse,başyapıt dediğimiz eserlerin üzerlerinde atmaca gibi dolanmaya başladılar.
2000'li yılların edebiyat uyarlamalarına -bence 21. yüzyıl'ın en muhteşem uyarlamasıdır- The Lord Of The Rings-Yüzüklerin Efendisi serisiyle başlayarak şöyle bir bakalım.Bence uyarlama mantığını bu kadar popüler hale getiren de bu üçlemedir zaten.Muhteşem oyunculuklar,muhteşem kostümler ve çekim mekanları,Peter Jackson'ın kitabı hiçesaymayan vizyonu ve tabi ki anahtar olgu:senaryosu.Filmlerin vizyona girdiği senelerde sürekli Oscar adayı olup bunları almasının nedenleri aleni.Fakat maalesef ki her film böyle olacak diye bir yargı yok.Uyarlama hakikaten çok geniş bir kategori olduğundan değerlendirmeme izlediğim filmler üzerinden devam etmek istiyorum.The Lord Of The Rings üçlemesinden sonra ise aynı yılların en sağlam edebiyat uyarlamalarının başında bence Clint Eastwood'un The Mystic River'ı geliyor.Sean Penn,Tim Robbins ve Kevin Bacon üçlüsü bu filmde resmen döktürmüştü,ama Dennis Lehane'in romanını okumadığım için eserle filmi karşılaştırmayacağım.
Bundan sonra hatırladıklarım arasında yine bir dönem filmi var,o da Master and Commander:The far side or the world.Russell Crowe'dan ziyade bir Paul Bettany hayranıyımdır,o yüzden bu filmi de beğendim.Yazar Patrick Obrian'ın Aubrey-Maturin Maceraları adlı 20 ciltlik serisinin ilk cildinden uyarlanan yapımın imdb puanı da beni haksız çıkarmıyor. (7.5)
David Benioff'ın aynı adlı romanından The 25th Hour da Edward Norton'ın sürüklediği başarılı bir Spike Lee yapımı.Edward Norton'ın bu filmdeki ayna karşısı monoloğu,Taxi Driver'da Robert De Niro'nun monoloğuyla karşılaştırılıyor,belirteyim.
Michael Cunningham'ın kitabından uyarlanan The Hours da başrol oyuncuları (Meryl Streep,Nicole Kidman,Julianne Moore) ve senaryosuyla bir diğer güzel yapım.Ayrıca kitabın 1999 Pulitzer Ödülü'nü aldığını ekleyelim.
Yine fantastik edebiyat uyarlamaları olan Narnia serisi,Altın Pusula,Percy ve Olimposlular ve son zamanların şahı,teenage edebiyatının parlayan yıldızı Alacakaranlık serisini de unutmamak gerekir.Bu filmlerin hepsini izlediğimden ve hiçbirini kalburüstü bulmadığımdan eleştirmek gereksiz olur.Gişe başarısı için çekildiler ve başrol oyuncularıyla yapımcılarının ceplerini fazlasıyla doldurarak görevlerini tamamlamış oldular bence.
Bunun dışında unutmadan eklemek istediğim iki film daha var ki onlardan biri Fernando Meirelles'in çok sevdiğim yazar Jose Saramago'nun Körlük adlı kitabından uyarladığı filmdi ki bence kitabı çok daha güzel,ikincisi de Ian McEwan'ın aynı adlı romanından uyarlanan Kefaret.Bence iki yapım da kitaplarının dili yüzünden biraz haksızlığa uğradı çünkü iki yazarın da yazım dilleri muazzam.İki film de kötü değillerdi bana göre.
Kitabından dahi güzel olan yapım yok mudur?Vardır elbet.Bana göre de Jason Bourne serisi,Robert Ludlum'ın komplo teorilerini Doug Liman ve Paul Greengrass'ın gözlerinden,Matt Damon gibi bir adamı süper ajan Bourne rolüne büründürerek çekilen 3 film,bence kitaplarını aratmayacak cinsten iyi yapımlardı.
İşte 2000'li yılları baz alarak gittiğim bir edebiyat-beyazperde eleştirisi.Geri gidersek sinemada edebiyatın aktif rolü çok çok eskilere dayanıyor ve pek çok muhteşem eser barındırıyor ama benim sinema bilgim yeterli değil,ve çok fazla film var.Filmleri anlatırken vizyon tarihi sıralamasına göre değil de,kendime göre serbest bir dağılımla yazdım,o yüzden yıllara bakıp da şaşırmayın.Bu filmlerden başka uyarlamalar da olabilir ama izlediklerimi hatırladığım kadarıyla sizlere aktardım.Unuttuklarım varsa affola.Edebiyat ve sinema birbirlerini besleyen türden sektörler ve en önemlisi ikisi de birer sanat dalı.Hak ettikleri saygıyı gördükleri ve ticari kaygılara düşülmeden işlendikleri sürece edebiyat dünyası muhteşem filmlerin senaryolarını barındırıyor ve izleyici-okuyucu artık hangisinin daha güzel olduğuna karar veremiyor.Bence en iyisi bu pozitif yönlü ikilem.Aksi ise sadece eleştirmenlerin kalemlerini yoruyor ve izleyicilerin zamanını alıyor.
Bu arada;Eat,Pray,Love'ın filmine gidenlerden önerilerini bekliyorum:) Gitsem mi gitmesem mi? Sizce kitabı mı daha güzel,yoksa filmi mi? Sizin de izlediğiniz ve güzel bulduğunuz filmler var mı? Yorum olarak ekleyebilirsiniz.Hepinize bol kitaplı ve bol sinemalı güzel günler dilerim.
Not:Evet biraz fazla geç farkına vardım ama,çizgi roman uyarlamalarına değinmeyi unutmuşum.Benim gibi sadık bir hayran için fazlasıyla fevri bir hareket oldu bu.Bence Ang Lee'nin Hulk'ı,Christopher Nolan'ın Batman uyarlamaları ve tabii ki Hugo Ödülünü alan ilk ve tek grafik çizgi romandan aynı adla uyarlanan Watchmen,bu kulvarın en güçlü isimleridir.Hepsine selam olsun,umalım ki süper kahraman hikayeleri Joel Schumacher'den uzak olsun.(Batman and Robin'deki fiyaskoyu hatırlayın lütfen!)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
atış serbest!